Altıpatlar kaç kişiyi öldürür?
“`html
Bazı Günlerin Sonu: Anlam Bulma Yolculuğu
Bazı Günlerin Sonu, zamanın geriye doğru akışını, anın şimdi ve burada sıkışıp kalışını ve geleceği yalnızca hikayenin sonunda görebilmeyi konu alan derin bir anlatı. Bu eser, bireyin anlam arayışına dair bir yolculuğun başlangıcıdır.
“Köpeğin adını Birinci Tekil koyduktan sonra artık içimde bir rahatlık hissettim,”
Bu cümleyle başlayan kitap, alışılmışın dışındaki bir anlatım tarzıyla açılıyor. Çünkü bu cümle, diğer bölümlerde yer alan ilk cümlelerden ayrı bir sayfada öne çıkarak, bölümün özünü yansıtmakla kalmayıp, ana karakterlerden birine işaret ediyor.
Köpeğin isminin belirlenmesinin ardından, Nebi Bey ile birlikte gizemli bir ormanda yürüyüşe çıkıyor, karanlığın içinde duraksıyoruz. Bu esnada zaman da bize eşlik ediyor, geçmişten bugüne bir yolculuğa çıkıyoruz. Nebi Bey ve Birinci Tekil’in tanıştığı gün, çay ve bisküvi çevresinde kalabalık bir grup arasındaki sıcak sohbetin yer aldığı sahnelere tanıklık ediyoruz. Kitap boyunca Dıga Yaşar, Ekrem ve Yusuf Cemal ile karşılaşarak, hikayenin derinliklerinde kayboluyoruz. Kucağında bir yavru köpek olan Sadettin de bu kalabalığın bir parçası olarak sahneye çıkıyor. Sadettin’in Nebi Bey’le olan diyalogları, bizi onun etrafında dönen gizemli bir yanlış anlamaya sürüklüyor.
Peki, Sadettin bu hikayede gerçekten dışarıda kalmış birisi mi? Yoksa tek yalnız kişi Nebi Bey mi?
Bu noktada Nebi Bey’in içinden geçirdiği sorgulama, “Biz kaç kişiydik?” diyerek bir anlık duraksama yaratıyor. Geride kalan beş merminin hepsini namlunun ucuna yerleştirebileceği ihtimalini düşünürken, Gülseren ve Nebi’nin hikayesine dair bilgiler edinmeye davet ediliyoruz.
NADAS: Zamanda Duraklama
Zamanda geriye gidip Gülseren ve Nebi’nin koşulsuz aşkının izini sürmek kaçınılmaz hale geliyor. Yıllar önce yaşanan ve uzun bir bekleyişe dönüşen bu hikaye, Samuel Beckett’in sözlerini aklıma getiriyor: “Hareketsizce orada yatıyoruz. Ama altımızdaki her şey hareket ediyordu ve bizi sakince yukarı aşağı, sağa sola hareket ettiriyordu.”
Nebi için hayat, taşrada geçen bir hareketsizlik süreci olmuş. Hatta Gülseren’in peşinden gitmek bile bir zorunluluk gibi gözüküyor. Bu noktada Beckett’in ifadesindeki anlamı yakalamak mümkün; Nebi’nin hareketsizlikten sonra içindeki yoğun duyguları açığa çıkartmak için harekete geçişini izliyoruz. Peki, her hareket iyiliklere mi kapı aralar? Yoksa durmak Nebi için daha uygun bir seçenek mi olurdu? Bu soruların cevapları, Bazı Günlerin Sonu’nda saklı.
Taşra ve Patriyarka Tahribatı
Kitabın arka kapağında belirtildiği üzere, Bazı Günlerin Sonu, erkek egemenliğinin baskın olduğu bir novella niteliğini taşıyor. Dönem boyunca kadın bedeninin nesneleştirildiği ve erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü inkar edemeyeceğimiz birçok an yaşanıyor. Bu durum elbette, bir taşra hikayesinin temel özelliklerinden kaynaklanıyor. Ancak Zennure ve Hatice’nin, bağımsız olabilmek için erkeklerden destek arayışları, Neriman’ın aşksız ilişkilere girmesi ve Hatice’nin gördüğü şiddete ses çıkarmaması hikayenin zayıf kadın karakterleri olarak karşımıza çıkıyor. Fakat güçlü bir kadın figürü olan Gülseren, bu duruma farklı bir bakış açısı getiriyor. Yazar, sosyo-ekonomik koşulların dengesizliklerini gözler önüne sererken, güçlü kadın karakterlerin varlığıyla temposunu artırmayı başarıyor.
Ölüler ve Köpekler
“Elimdeki bu barutlu imha varken, en güçlüsü benim. Ama aniden Dobi geldi aklıma, onu özledim. Artık yerini aldınız, dedim. Tekkırmayı koca kafalı kangallara doğrulturken siz benim yerime geçmişsiniz demek…”
Bu alıntı, Bazı Günlerin Sonu’nun ortalarında, bir bedel uğruna öldürülen iki köpeğin trajedisini anlatıyor. Ancak dikkat çekmek istediğim nokta, bu sözlerin ilerleyen bölümlerde hayatını kaybeden kişilerle bağlantılı oluşudur. Çünkü namluyu tutan el daima aynı kişi olmaktadır. Öldürme içgüdüsü, yaşananları kabullenmenin ve bireyselliğin sergilenmesinin bir yolu olarak karşımıza çıkıyor. Ve köpeklerin ölümü sonrasında olan her şey, aslında belirsizlikle dolu bir sona sürüklüyor.
İki Kör Adam
Kızıl güneşin ardında kaybolan iki kör adam, Bazı Günlerin Sonu’nda karşımıza çıkıyor. Yazar, bu iki karakteri ayırt etmenin yolunu boylarının farklılığıyla bulmuş. Oysa ki bu adamlar, olmaları gereken yerlerden ziyade, tuhaf durumların içinde yer alıyorlar. Suya açılan derelerde balık yakalamaya çalışıyorlar ya da ulaşılması güç yerlerde temiz suya erişim sağlıyorlar. Bu durumlar, gerçeklik ile hayal arasındaki sınırın aşılmasına neden oluyor. Sadettin’in tanımladığı “su katılmış kötülük” meselesi, bu karakterlerin varlığı ile daha derin bir anlam kazanıyor.
Diyaloglar ve Karakter Derinliği
“Sinekleri sobaya atıp ortalığı yakalayan çocuk, Sadettin’di. Ateşi yakan değil, sinekleri yaratan değildi.”
Bu ifade, kitabın Sadettin’i anlama çabasını simgeliyor. Geçmişe dair yaptığımız yolculuk, bizlere insanın içindeki derinlikleri anlamamız ve bir gerçeklik oluşturmamız için kapılar açıyor. Karakterlerin dinamik yapıları, gibi çok çeşitli olayların arka planında başka yüzleri de ortaya çıkarıyor. Yazar, diyalogların kalitesini artırarak karakterler arasında güvenli bir bağ kurmayı başarıyor.
Sonuç: Anlamın Peşinde
Bazı Günlerin Sonu, Gülseren’in perspektifinden yazılan bir cümleyle başlıyor ve Nebi ile Gülseren’in derin aşk hikayesinden süzülen bir anlatı sunuyor.
Kitabın başlangıcındaki bir günün sonunda, bir masanın etrafında oturan karakterlerin, kitabın sonundaki derinliği sorgulayan beş adam ile yanı başında durmasını takip ediyoruz. Sonuçta, bazı günlerin sonunda gözlerin açılması hikayesinin anlatıldığı bir yolculuk bu.
İyilik ve kötülük arasında, kadınlar, köpekler ve çeşitli insanlarla dolu bir evren var. Ancak asıl mesele, anlayış geliştirebilmek. Zira Murat Çelik’in eserinde altını çizdiği gibi: “Su katılmış kötülükle halis kötülüğü ayırt edememek, insan için büyük bir kayıptır.”
“`